Çeviri, insanlık tarihi boyunca farklı dillerin oluşması ile birlikte her daim
kendini belirgin şekilde gösteren bir faaliyet olmuştur. Bu faaliyet, çeşitli
uygarlıklar arasında köprü vazifesini üstlenen, değişik kültürlere mensup şahısları birbirlerine yakınlaştıran ve medeniyetler arasındaki iletişimi ve etkileşimi sağlayan bir araçtır. Çeviri, yabancı dilin sebep olduğu iletişim engelini ortadan kaldıran, dillerin oluşumu kadar kadim bir aktarım vasıtasıdır. Farklı uygarlık ve kültür oluşumları devam ettiği müddetçe farklı diller ile iletişim kurulması da devam edecek ve dolaylı olarak bu faaliyet durmayacaktır. Çeviri yapmak kültürler arası gerçekleştirilen bir eylemdir. Kaynak metnin taşıdığı mesajı hedef kitleye en ideal şekilde iletmek ise çevirmenin aslî görevlerindendir. Ancak çeviri tarihi boyunca kısa ve özlü ifadelerle çok şeyler anlatan deyim ve atasözü gibi kalıp ifadeler, her daim çevirmenler için sorunlar oluşturmuştur. Bu sorunların temel noktası, deyim ve atasözleri gibi kalıplaşmış ifadelerin bir topluma özgü, kültür odaklı olması ve mecazî yönü baskın, söz sanatları ile bezenmiş olmasıdır. Çeviri faaliyeti, 20. yüzyılın başlarından bu yana giderek müstakil bir bilim haline gelmiş ve çeviribilim araştırmacıları, çeviri sorunlarının çözümü için stratejiler geliştirmişlerdir. Bu doğrultuda dilbilimcilerin çeviri problemlerini odak noktası yaparak çalışmalarını çeviribilim alanlarına yönlendirmesi çeviri usul, strateji ve kuramları alanında birbirinden farklı ancak birbirinden çok da uzak olmayan görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Çöl medeniyetini temsil eden Arap toplumu ile bozkır medeniyetini temsil
eden Türk toplumu arasında yazılı çeviri, her iki medeniyet sahibi milletin İslam medeniyetinde buluşmaları ile başlamıştır. Dinî ve klasik metinlerin iki dil arasında aktarılması ile başlayan çeviri süreci, 19. yüzyıldan itibaren roman ve tiyatro gibi yeni edebî türlerinde ortaya çıkması ile beraber farklı bir boyuta taşınmıştır.